15 Mart İslamofobiyle Mücadele Uluslararası Günü’nde Leeds Üniversitesi akademisyeni Salman Sayyid, İslamofobinin dünya genelinde artan etkisini ele aldı.
ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden başkanlığa seçilmesi, İslamofobinin artmasına neden olan bir gelişme değil; aksine onun bir yansımasıdır. Uzun yıllar boyunca kamuoyunu etkileyen bireyler ve düşünce kuruluşları, bu olgunun zemin kazanmasına katkı sağladı. İslamofobinin normalleşmesi, aşırı sağcı fikirlerin mainstream siyasette yer bulmasının önünü açtı. Bir zamanlar yalnızca aşırı sağcı gruplara ait olduğu düşünülen söylemler, artık Batılı yönetimlerin gündeminde sıkça yer buluyor.
2024 yazında Trump'ın yeniden seçilmesinden önce Birleşik Krallık'ta yaşanan büyük çaplı İslamofobik saldırılar, bu durumu daha da gözler önüne serdi. Asılsız bir söylenti, Müslüman mültecilerin şiddet eylemlerine karıştığını belirtiyordu ve bu durum, birçok camiye saldırılmasına ve Müslüman bireylerin hedef alınmasına neden oldu. Olayların gerçek yüzü ise, cinayetleri işleyen kişinin Britanyalı bir Hristiyan olduğunun ortaya çıkması ile tüm iklimi değiştirdi.
İslamofobi, yalnızca bireyler veya aşırı sağcı gruplar tarafından değil; medya, teknoloji milyarderleri, ceza adaleti sistemi ve eğitim kurumları tarafından da körükleniyor. Filistin, Hindistan ve Çin’de Müslümanlara yönelik uygulamalar, bu sorunun sistematik boyutunu gözler önüne seriyor. Donald Trump'ın ikinci döneminin başlaması, İslamofobinin kalıcı bir eğilim haline geldiğini gösteriyor.
İslamofobi, etnik milliyetçiliği dünya genelinde birbirine bağlayan bir unsur olarak şekilleniyor. Aynı zamanda, profesyonel manipülatörlerin, doğru bilgi vermek yerine, anlık olarak kamuoyunu yönlendirme çabalarına zemin hazırlıyor. Bu noktada, cehalet bir mazeret olmaktan çıkıyor ve kayıtsız kalan herkesin hak ihlalleri karşısında sessiz kalması bir seçenek olamaz.
İslamofobiye dair yanlış algılar hâlâ sürmekte. Bu olayların sadece bir inanç sorunu olduğunu düşünmek yanıltıcıdır; asıl mesele, Müslüman kimliğinin hedef alınmasıdır. Müslümanların giysileri, yedikleri yemekler ve yaşadıkları yerler üzerinden maruz kaldıkları önyargılar, bu ayrımcılığın temel dinamiklerinden biridir.
Kampanyalar, insanları bilgilendirerek İslamofobinin sadece dini bir ayrılık değil, aynı zamanda bir tür ırkçılık olduğunu anlamalarına yardımcı olmak zorundadır. Ancak bunu yapabilmek için, İslamofobinin bir devlet projesi olduğunu da kabullenmek gerekir. Bazı hükümetler, durumu düzeltmektense, onun yayılmasını teşvik ediyorlar.
Kamusal diplomasi ve geleneksel diplomatik çabalar, İslamofobiyle mücadele açısından kritik öneme sahiptir. Koordineli bir yaklaşım ve uluslararası bir İslamofobi karşıtı ittifakın kurulması gereklidir. Bu tür bir ittifak, insan hakları örgütlerini, medya kanallarını ve ayrımcılığın tehlikelerini kabul eden hükümetleri bir araya getirerek birlikte hareket etmesini sağlayabilir.
İslamofobi ile mücadelede yalnızca Müslümanların değil; tüm toplumların sorumluluğu vardır. Başarı için uluslararası iş birliği ve etkin stratejilere ihtiyaç vardır. Burada en kritik soru, bu adımları kimin atacağıdır. Ancak güçlü bir kolektif irade ile, İslamofobinin kökleşmiş yapıları sarsılabilir ve adalet sağlanabilir.
*Bu makaledeki görüşler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı'nın editoryal politikalarını yansıtmayabilir.